10 Ağustos 2008 Pazar

FARKLILIK

Her insanın karakteri birbirinden farklıdır. Karakterlerimizin oluşmasında ailemizin, yaşadığımız sosyal çevrenin, aldığımız eğitimin, hayat deneyimlerimizin çok fazla etkisi vardır.
Öncelikle gelişim ailede başlar bu anlamda. Belki çok temel şeyler alabiliriz ailemizden, ancak bu yeterli olmaz. Bir şekilde evimizin dışındaki hayatta bir sürü insanla karşılaşıyoruz ve bu noktada artık aileden farklı olarak bulunduğumuz sosyal çevreden etkileniyoruz.
İnsanın yaşadığı deneyimler de bir şekilde bize hayat tecrübesi kazandırır. Hayat tecrübeleri de bizim karakterimizi şekillendirir. Örneğin; hepimiz bir zamanlar bebektik, çok masumduk. Ancak bir şekilde insanlardan zarar gördükçe yalanın, dolanın, kötülüğün ne olduğunu biz de öğreniyoruz. Belki onlar gibi oluyoruz, bilinmez.
Bütün bu etkenler insanın kişiliğinin oluşmasına yardımcı olur. Aslında bunların dışında insan kendine de emek vermelidir. İnsan olmak bir özelliktir çünkü.
Çok farklı kültürler, çevreler olduğu için her insanın yapısı birbirinden farklıdır. Örneğin; aynı ailede büyümüş kardeşlerin bile huyu, suyu, hayata bakış açısı birbirinden farklıdır çünkü herkes hayatı farklı algılar. Kendince güzel olan başkasına çok da güzel görünmeyebilir. Evli çiftlerde de çoğunlukla boşanma sebebi bu yüzdendir. Hayatı farklı ve kendince algılamalarıdır.
Örneğin; iyimser ve kötümser iki insana baktığımızda iyimser olan bardağın her zaman dolu olan tarafını görür ve mutlu olur. Ancak kötümser olan ise boş tarafını görür ve mutsuz olur.
Elbette ki karakterlerimiz, yaşadıklarımız farklı olduğu için çok farklı bakış açılarımız vardır. Limandan kalkan bir geminin kimisi için bir ayrılık, bir ölüm, kimisi için de bir umut ışığı olduğu gibi.

7 Ağustos 2008 Perşembe

Keşmekeş

Ey gidi koca İstanbul! Bu ne keşmekeştir? Başımı döndürüyorsun. Bağrında kaç tane can yaşıyor? Her gün kaç tane can hayat buluyor, kaç tane can da yitip gidiyor? Kaç tanesine adaletli davranıyorsun? Nasıl döndürürsün çarkını böyle bir keşmekeşte anlayamadım gitti.
Her gün yollarında ben ve yalnızlığım dolanıp duruyoruz oradan oraya. İlk zamanlarda zorlandım. “Nerdeyim ben?” diye defalarca sorup durdum kendime. Yürü yürü biteremedim yollarını, yollarımı. Zorlandım. Yoruldum. Durup dinlenmek istedim. Ne mümkün dinlenmek? Oturduğumda taşlarına, başımı döndürdün. Ben de karar verdim, durmadan yoluma devam etmeliydim. Ettim de… Ben de karışmıştım keşmekeşine. Ben de katılmıştım sürüye. Bindim bir otobüse. Etrafa bakındım. Boş bir yer bulamadım. Her yer tıklım tıklımdı. Oturanların hepsi uyku mahmurluğunda. Ayaktakiler ise tetikte. Ben de uyku sersemi olmamak için ayakta durdum bütün yol boyunca. İnat ettim, oturmadım bu keşmekeşinde dinç kalabilmek için.
“Bir tek ben mi böyleyim? Niye beni sürekli suçluyorsun?” diyebilirsin. Aslında benim memleketim senden farklı idi birkaç sene öncesine kadar. O da, ergenlik çağına girmiş çocuk misali birilerine özenecekti ve sana özenmeye başladı. Oranın da değişti insanları. Huyu, suyu da değişti memleketimin. Alışamıyorum onun bu haline, benliğini kaybetmesine. Sana benzemesinden hep korkmuştum, ancak korktuğum başıma geldi. “Korktuğum”desem de, insan alışınca artık bulunduğu durumu yadırgamıyor. O da katılıyor sürüye. Bu keşmekeşin ortasında, insan kafasını göğe kaldırıp, daha güzel, daha az keşmekeş bir şehir hayal ediyor.