7 Ağustos 2008 Perşembe

Keşmekeş

Ey gidi koca İstanbul! Bu ne keşmekeştir? Başımı döndürüyorsun. Bağrında kaç tane can yaşıyor? Her gün kaç tane can hayat buluyor, kaç tane can da yitip gidiyor? Kaç tanesine adaletli davranıyorsun? Nasıl döndürürsün çarkını böyle bir keşmekeşte anlayamadım gitti.
Her gün yollarında ben ve yalnızlığım dolanıp duruyoruz oradan oraya. İlk zamanlarda zorlandım. “Nerdeyim ben?” diye defalarca sorup durdum kendime. Yürü yürü biteremedim yollarını, yollarımı. Zorlandım. Yoruldum. Durup dinlenmek istedim. Ne mümkün dinlenmek? Oturduğumda taşlarına, başımı döndürdün. Ben de karar verdim, durmadan yoluma devam etmeliydim. Ettim de… Ben de karışmıştım keşmekeşine. Ben de katılmıştım sürüye. Bindim bir otobüse. Etrafa bakındım. Boş bir yer bulamadım. Her yer tıklım tıklımdı. Oturanların hepsi uyku mahmurluğunda. Ayaktakiler ise tetikte. Ben de uyku sersemi olmamak için ayakta durdum bütün yol boyunca. İnat ettim, oturmadım bu keşmekeşinde dinç kalabilmek için.
“Bir tek ben mi böyleyim? Niye beni sürekli suçluyorsun?” diyebilirsin. Aslında benim memleketim senden farklı idi birkaç sene öncesine kadar. O da, ergenlik çağına girmiş çocuk misali birilerine özenecekti ve sana özenmeye başladı. Oranın da değişti insanları. Huyu, suyu da değişti memleketimin. Alışamıyorum onun bu haline, benliğini kaybetmesine. Sana benzemesinden hep korkmuştum, ancak korktuğum başıma geldi. “Korktuğum”desem de, insan alışınca artık bulunduğu durumu yadırgamıyor. O da katılıyor sürüye. Bu keşmekeşin ortasında, insan kafasını göğe kaldırıp, daha güzel, daha az keşmekeş bir şehir hayal ediyor.

Hiç yorum yok: